Yıllar öncesiydi...
Karadeniz Yazarlar Birliğinin kurucularından ve başkanlarından araştırmacı yazar Cumhur Odabaş’ı anıyorduk.
Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi hıncahınç doluydu.
Dinleyiciler arasında; yazarlar, çizerler, Cumhur Odabaş’ın ailesinden ve devleti temsilen yetkililer katılmıştı.
Rahat tavırları ve kendine özgüveniyle kürsüye çıkan bir araştırmacı yazar dostumuz; önündeki mikrofonu vakur bir şekilde eğip, büküp boyuna uygun hale getirip protokolü ve iştirakçileri gerektiği şekilde selamladıktan sonra, esas konuya: “Araştırmacı gazeteci nedir? “i anlatmaya başladı.
Araştırmacı gazeteciliğin, ne denli zor ve meşakkatli olduğunu.
Araştırmacı gazetecinin, arının bir damla bal için çiçek çiçek dağları dolaşması gibi uğraş verdiğini,
Araştırmacı gazeteciliğin, öyle bir annenin doğum sancısına benzemediğini,
hatta bir şairin kafayı çekip, dizeleri kâğıtlara karalamasına da benzemediğini,
ressamın boyaları tuvale fırlatmasına da;
kuş görüp, karikatür çiziktirmeye de benzemeyeceğini...
Velhasıl araştırmacı yazarlığın zor, çok zor olduğunu vurgularken,
o canım davetliler, şair ve yazarlar, bu muhteşem konuşmacıyı(!) şiddetli alkışlarla takdir ediyorlardı...
Evet, araştırmacı gazetecilik doğum yapan annenin sancılarına
elbette benzemez.
Şairin zekâ ve duygularıyla oluşturduğu dizeleri sayfalara dökmesine de.
Ressamın özgün bakışını ışık ve gölge hassasiyetini göz önüne alarak tuvale aktarma ustalığına da.
Karikatüristin çelişki ve çarpıklıkları çarpıcı bir şekilde ifade etmesine de benzemediği kesin.
Ancak bu küçümsemelere ne demeliydi...
Üstelik yer Trabzon.
3 bin yıllık kültür ve sanat şehri.
Ve bu sallamaları yapan Trabzon’un fahri hemşerisi yapılmış bir muhterem araştırmacı yazar.
Anma töreninden kısa bir süre sonra Mustafa Yazıcı ve İbrahim Sağlam’ında bulunduğu Nevzat Yılmaz’ın mürekkep kokan otantik mekânında; bir annenin doğum sancısını ve diğer sanat ve sanatçıları küçümsenmesini sorduk kendisine...
Sorularımıza muhatap konuşmacı güldü, güldü ve güldü...
Hatta öyle çok güldü ki gözlerinin bebeği ağladı.
Ve sonra o muhterem gözlerini sağ elinin başparmak tarafıyla siliverdi.
Aradan yıllar geçti...
Trabzon’da boyaları: Elleri, aklı ve kalbiyle ustaca tuvaline yerleştiren sanatçıların muhteşem etkinliğine tanık olduk.
Uluslararası boyuttaki bu kültür ve sanat şöleni süresince katılımcılar hayranı olukları memleketimizin güzelliklerini tuvallerine yansıtmalarındaki maharetlerine bizler de hayran olduk.
Barış ve huzur elçisiydiler.
Savaşa karşıydılar.
Anneydiler,
Anne yürekli kadınlardı onlar.
Yaptıkları kilometrelerce uzunluğundaki resimlerle Guiness rekorlar kitabına, daha etkinlikleri sona ermeden girivermişti.
Bir hafta süren etkinliğin son günü Hüseyin Kazaz Kültür Merkezindeydik.
‘SANATÇILARIN BARIŞA KATKISI’ konulu Panel ve sonrası takdim edilecek plaketlerin ardından bu güzel insanlar memleketlerine, ülkelerine döneceklerdi.
Ama bu sanatçı kadınlarımıza teşekkür için gerek devlet erkânından ve gerekse Trabzon’umuzun sanatsever halkı tarafından daha çok ilgi görmeyi hak etmişlerdi.
Zira Şükran Üst ve onun arkadaşlarıyla kurduğu FEMİNART Derneği kısa sürede uluslararası etkinlik yapabilmesi her türlü takdire şayandır.
Bilgi, birikim ve medeni cesaretle çok önemli bir faaliyeti yüz akıyla gerçekleştirmişler ve şehr-i Trabzon’umuzu dünyaya tanıtmışlardır.
Sanat ve şehrim adına teşekkürler FEMİNART...
Teşekkürler Şükran Üst...
Ayrıca şunu da ifade etmeliyim ki, nasıl her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır anlayışı bu sefer yer değiştirmiş ve FEMİNART Başkanı Şükran üst’ün arkasında kendisi kadar çalışkan, üretken ve uyumlu eşi Ahmet Üst’ün olduğu, her karede görülmekteydi...
Son gün panel ve yapılan değerlendirmelerde ilgisizliğe bir eleştiri getiren İzmirli Ressam Kadına başkan Şükran Üst’ün verdiği cevap da ayrıca anlamlıydı...
“Burada bulunan her bir aydın, buranın önemini kavrayamayacak dışarıdaki bin kişiye bedeldir...
İşte öyle düşünün bakın bu salonda kaç bin kişi toplanmıştır... ”
Dolu dolu bir etkinlikti, tekrarını diliyorum...
Karadeniz Yazarlar Birliğinin kurucularından ve başkanlarından araştırmacı yazar Cumhur Odabaş’ı anıyorduk.
Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi hıncahınç doluydu.
Dinleyiciler arasında; yazarlar, çizerler, Cumhur Odabaş’ın ailesinden ve devleti temsilen yetkililer katılmıştı.
Rahat tavırları ve kendine özgüveniyle kürsüye çıkan bir araştırmacı yazar dostumuz; önündeki mikrofonu vakur bir şekilde eğip, büküp boyuna uygun hale getirip protokolü ve iştirakçileri gerektiği şekilde selamladıktan sonra, esas konuya: “Araştırmacı gazeteci nedir? “i anlatmaya başladı.
Araştırmacı gazeteciliğin, ne denli zor ve meşakkatli olduğunu.
Araştırmacı gazetecinin, arının bir damla bal için çiçek çiçek dağları dolaşması gibi uğraş verdiğini,
Araştırmacı gazeteciliğin, öyle bir annenin doğum sancısına benzemediğini,
hatta bir şairin kafayı çekip, dizeleri kâğıtlara karalamasına da benzemediğini,
ressamın boyaları tuvale fırlatmasına da;
kuş görüp, karikatür çiziktirmeye de benzemeyeceğini...
Velhasıl araştırmacı yazarlığın zor, çok zor olduğunu vurgularken,
o canım davetliler, şair ve yazarlar, bu muhteşem konuşmacıyı(!) şiddetli alkışlarla takdir ediyorlardı...
Evet, araştırmacı gazetecilik doğum yapan annenin sancılarına
elbette benzemez.
Şairin zekâ ve duygularıyla oluşturduğu dizeleri sayfalara dökmesine de.
Ressamın özgün bakışını ışık ve gölge hassasiyetini göz önüne alarak tuvale aktarma ustalığına da.
Karikatüristin çelişki ve çarpıklıkları çarpıcı bir şekilde ifade etmesine de benzemediği kesin.
Ancak bu küçümsemelere ne demeliydi...
Üstelik yer Trabzon.
3 bin yıllık kültür ve sanat şehri.
Ve bu sallamaları yapan Trabzon’un fahri hemşerisi yapılmış bir muhterem araştırmacı yazar.
Anma töreninden kısa bir süre sonra Mustafa Yazıcı ve İbrahim Sağlam’ında bulunduğu Nevzat Yılmaz’ın mürekkep kokan otantik mekânında; bir annenin doğum sancısını ve diğer sanat ve sanatçıları küçümsenmesini sorduk kendisine...
Sorularımıza muhatap konuşmacı güldü, güldü ve güldü...
Hatta öyle çok güldü ki gözlerinin bebeği ağladı.
Ve sonra o muhterem gözlerini sağ elinin başparmak tarafıyla siliverdi.
Aradan yıllar geçti...
Trabzon’da boyaları: Elleri, aklı ve kalbiyle ustaca tuvaline yerleştiren sanatçıların muhteşem etkinliğine tanık olduk.
Uluslararası boyuttaki bu kültür ve sanat şöleni süresince katılımcılar hayranı olukları memleketimizin güzelliklerini tuvallerine yansıtmalarındaki maharetlerine bizler de hayran olduk.
Barış ve huzur elçisiydiler.
Savaşa karşıydılar.
Anneydiler,
Anne yürekli kadınlardı onlar.
Yaptıkları kilometrelerce uzunluğundaki resimlerle Guiness rekorlar kitabına, daha etkinlikleri sona ermeden girivermişti.
Bir hafta süren etkinliğin son günü Hüseyin Kazaz Kültür Merkezindeydik.
‘SANATÇILARIN BARIŞA KATKISI’ konulu Panel ve sonrası takdim edilecek plaketlerin ardından bu güzel insanlar memleketlerine, ülkelerine döneceklerdi.
Ama bu sanatçı kadınlarımıza teşekkür için gerek devlet erkânından ve gerekse Trabzon’umuzun sanatsever halkı tarafından daha çok ilgi görmeyi hak etmişlerdi.
Zira Şükran Üst ve onun arkadaşlarıyla kurduğu FEMİNART Derneği kısa sürede uluslararası etkinlik yapabilmesi her türlü takdire şayandır.
Bilgi, birikim ve medeni cesaretle çok önemli bir faaliyeti yüz akıyla gerçekleştirmişler ve şehr-i Trabzon’umuzu dünyaya tanıtmışlardır.
Sanat ve şehrim adına teşekkürler FEMİNART...
Teşekkürler Şükran Üst...
Ayrıca şunu da ifade etmeliyim ki, nasıl her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır anlayışı bu sefer yer değiştirmiş ve FEMİNART Başkanı Şükran üst’ün arkasında kendisi kadar çalışkan, üretken ve uyumlu eşi Ahmet Üst’ün olduğu, her karede görülmekteydi...
Son gün panel ve yapılan değerlendirmelerde ilgisizliğe bir eleştiri getiren İzmirli Ressam Kadına başkan Şükran Üst’ün verdiği cevap da ayrıca anlamlıydı...
“Burada bulunan her bir aydın, buranın önemini kavrayamayacak dışarıdaki bin kişiye bedeldir...
İşte öyle düşünün bakın bu salonda kaç bin kişi toplanmıştır... ”
Dolu dolu bir etkinlikti, tekrarını diliyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder